37. İstanbul Film Festivali'nden 15 film önerisi!

5.490 Gösterim
21 Mart 2018 13:00
37. İstanbul Film Festivali'nden 15 film önerisi!

Bu yıl 37.'si düzenlenen İstanbul Film Festivali, 43 ülkeden 218 yönetmenin toplam 210 filmini İstanbul'a getiriyor. Merakla beklenen filmlerin birçoğunun Türkiye prömiyerlerinin gerçekleştireceği festivalde, uluslararası festivallerden ödülle dönmüş birçok film de seyirciyle buluşacak. 6 Nisan'da başlayacak olan 37. İstanbul Film Festivali'nden 15 film önerisine yakından bakalım.


The Rider

Chloé Zhao’nun yeni filmi, hayatın gerçekliğini sinemanın büyüsüyle ustaca bir araya getiriyor. Filmin izlediği genç binici Brady, rodeo sırasında kafasına aldığı neredeyse ölümcül darbenin ardından iyileşmeye çabalamaktadır. Yeniden at binmesi olanaksız olunca, amaçsızlık içinde, kim olduğuna, ne yapmak istediğine dair cevapsız sorular oluşur zihninde. Kendini oynayan bir kovboyun gerçek yaşamından aldığı kesiti görsel bir mucizeye ve Amerikan tipi erkekliğin gerçekçi bir eleştirisine çeviren Zhao, görsel dünyasıyla Terence Malick, anlık yaklaşımıyla Cassavetes, toplumsal gözlemciliğiyle de Kelly Reichardt’ı anımsatıyor.

Obscuro Barroco

Dönüşümlerin, kâbusların ve rüyaların kenti Rio... Gecenin getirdikleri ardı ardına geçiyor perdeden: Masklar ve makyaj, genç bedenlerin ardı sıra Rio’nun yeraltı dünyasını renklendiriyor. Kamera, tıpkı bir uyurgezer gibi, bilincini Brezilya’nın kuir dünyasının ikonlarından trans anlatıcı Luana Muniz’e teslim ediyor. Halen Paris’te sinema öğrenimini sürdüren Yunanlı yönetmen Evangelia Kranioti, Berlin Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan filminde tıpkı kurmacayla belgeseli karıştırdığı gibi şiirle deneme, protestolarla karnaval, cinsiyetler arasındaki sınırları belirsizleştiriyor.

Rahat Bir Nefes (And Breathe Normally)

İlk gösterimini yaptığı Sundance’ten ödülle dönen Rahat Bir Nefes, İzlandalı bir anne ile Gineli bir göçmen kadın arasındaki yakınlığı mercek altına alıyor. Ken Loach ve Dardenne kardeşlerin sosyal gerçekçi filmleriyle karşılaştırılan Rahat Bir Nefes, kısa filmleriyle 100’den fazla ödül kazanan ve İzlanda sinemasının yükselen yıldızı olarak nitelendirilen İsold Uggadottir’in ilk uzun metrajlı filmi. Film, mülteci krizinin ulaşmadığı düşünülen İzlanda’da bu meselenin yerel toplumsal etkilerine kafa yorarken duygusallığa prim vermiyor ve keskin bir gözlemciliği benimsiyor.

Lean on Pete

45 Yıl ve Weekend / Hafta Sonu ile küçük ve basit öykülere yaklaşımındaki hassasiyet ve zarafetle sinemaseverler tarafından baş tacı edilen İngiliz yönetmen Andrew Haigh, son filminde de bu hünerini sürdürüyor. Babası tarafından maddi ve manevi yoksunlukla büyütülen 15 yaşındaki Charley Thompson, yarış atlarının tutulduğu bir ahırda iş bulur. Burada Lean on Pete adında, iddialı olmaktan uzak bir yarış atıyla çok özel bir bağ kurar. Yönetmen Haigh, Willy Vlautin’in çok sevilen romanından uyarladığı filmde, ABD kırsalının melankolik bir portresini çizerken Charley’nin genç ve umut dolu dünyasına duygusal açıdan kayıtsız kalması imkânsız bir atmosfer yaratıyor.

You Were Never Really Here

Lynne Ramsey’nin Kevin Hakkında Konuşmalıyız’dan 6 yıl sonra çektiği ilk film olan You Were Never Really Here, küçük bir kızı seks tacirlerinin elinden kurtarmaya çalışırken her türlü şiddete başvurmaktan çekinmeyen bir tetikçiyi izliyor. Eleştirmenler kadar izleyicilerin de sözbirliğiyle beğenisini kazanan You Were Never Really Here, Cannes’da Lynne Ramsey’ye En İyi Senaryo ödülünü getirirken, unutulmaz bir anti-kahraman portresi çizen Joaquin Phoenix de En İyi Erkek Oyuncu ödülünü hakkıyla aldı. Müziklerini Radiohead gitaristi Jonny Greenwood’un yaptığı, özellikle usta yönetmenliği, klasik anlatımı reddeden yaratıcı kurgusu ve karanlık atmosferiyle dikkat çeken film, Jonathan Ames’in öyküsünden beyazperdeye uyarlandı.

Saplantı (Unsane)

Steven Soderbergh’in dünya prömiyerini Berlin Film Festivali’nde yapan son filmi Saplantı, tamamen iPhone ile çekildi. Başrolünde Breathe / Nefes filminin yıldızı Claire Foy’un yer aldığı Saplantı, geçmişte peşine takılan eski sevgilisinin onu izlediği hissinden kurtulmak için psikolojik destek almaya giden, ancak arzusu dışında hastanede tutulan bir kadını izliyor. İzleyiciyi sıkça ters köşeye yatıran bu psikolojik gerilim, hem Soderbergh’den geldiği için hem de teknik özellikleriyle çok ilginç.

Sahaf (The Bookshop)

Katalan yönetmen Isabel Coixet’in Berlin Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan, Penelope Fitzgerald’ın romanından beyazperdeye uyarladığı son filmi, kitap sevgisini yüceltirken bir yandan da tek başına bir kadının topluma karşı verdiği mücadeleyi anlatıyor. 1950’lerin İngiltere’sinde, Florence Green, eşini kaybetmenin acısını yüreğine gömer ve bir sahil kasabasında kitapçı açar. Florence, çağdaş edebiyata tepki veren kasaba halkının önyargılarını ve dar kafalılıklarını kırmakta zorlanacaktır. “Tüm inadıyla, ufacık bir çaba bile bu dünyayı değiştirebilir diye düşünen saflığıyla, bu kadın benim” diyen Coixet’in filmi cesaret, iyimserlik ve kitap sevgisine dair bir dram.

Siyah Nehir (Black Tide)

Festival izleyicisinin Le petit voleur / Küçük Hırsız ve La vie rêvée des anges / Meleklerin Düş Yaşamı ile hatırlayacakları yönetmen Erick Zonca’nın Wisdom of the Crowd dizisinin senaristi Dror Mishani’nin romanından uyarladığı Siyah Nehir, hareketli bir polisiye. Arnault ailesinin ergen oğlu Dany ortadan kaybolur. Çocuğun eski öğretmeni Bay Bellaile, durumu öğrenince polise gider ve vakaya bakan bıkkın komiser Visconti’ye işbirliği yapmayı teklif eder. Vincent Cassel, Sandrine Kiberlain ve Romain Duris’li sağlam kadrosuyla Siyah Nehir, hem polisiye hem aile trajedisi türlerini bir uyuşturucu mafyası hikâyesinde bir araya getiriyor.

Alanis

Buenos Aires’te seks işçiliği yaparak geçinmeye çalışan bir kadının hikâyesini anlatıyor Alanis. Yetersiz ve taraflı yasalar nedeniyle evinden atılınca sokağın kendi yasalarına uyum göstermek zorunda kalan Alanis, bir yandan da ırkçılık ve önyargılara karşı onurunu koruyup çocuğuna bakmaya çalışıyor, ancak gitgide batağa saplanıyor. Arjantinli yönetmen Anahí Berneri ne ahlaki ne de toplumsal herhangi bir yargı filtresinden geçirmeden, ülkesindeki toplumsal çöküşün duygulardan tamamen arınmış, net ve olağanüstü gerçekçi bir portresini çiziyor. Alanis’i doğallıkla canlandıran Sofía Gala Castiglione’nin film boyunca gerçek oğluyla etkileşimi müthiş bir performansla sonuçlanıyor.

Korkunç Anne (Scary Mother)

İlk gösterimini Altın Leopar için yarıştığı Locarno Film Festivali’nde yapan ve ülkesinin Oscar adayı olan Korkunç Anne, her şeyi karşısına alıp tutkusunun peşinden gitmeye karar veren elli yaşındaki ev kadını Manana’yı izliyor. Ömrünü ailesine adamış olan Manana, yıllardır bir roman yazmak istemiş ancak bu niyetini baskılamıştır. Sonunda yazı yazmayı seçtiğinde her şeyi feda etmeye hazırdır—hem ruhsal hem de fiziksel anlamda... “Kısıtlamalar hakkında bir film bu; öğrendiğimiz bazı ahlaki kodlar ve baskıya yol açan kalıplar hakkında” diyen Gürcü yönetmen Ana Urushadze’nin bu ilk uzun metrajlı kurmaca filmi absürd mizahi tonları, yaratıcılık mekanizmalarına bakışı ve özgürleşen kadın figürünü ele alışıyla birçok uluslararası festivalde kendine yer buldu.

Cameron Post'a Ters Terapi (The Miseducation of Cameron Post)

2014 tarihli Appropriate Behavior’ın yönetmeni ve yıldızı olarak tanıdığımız Desiree Akhavan’ın Sundance’te ödül kazanan filmi, Emily Danforth’un romanından uyarlanan, sıcak ve özgün bir büyüme hikâyesi anlatıyor. Filme adını veren Cameron Post, lisede herkesin gıpta ettiği bir kızdır. Cameron mezuniyet gecesinde bir kızla sevişirken yakalanır ve bunun üzerine zorla bir “dönüştürme terapisi” merkezine yollanır. Disiplin, ahlak, “düzcinselleştirme” gibi yöntemlerin uygulandığı bu tuhaf merkezde Cameron yeni arkadaşlar edinir. Kimliğine ve kişiliğine sahip çıkan ergen bir kızı anlatan bu dokunaklı ve samimi film, “dönüştürme merkezinde” geçen bir Guguk Kuşu sanki.

Ağacın Altında (Under the Tree)

Kuzeyli mizahını özleyenler, İzlanda’nın buz tutmuş kasabalarından birindeki düşman komşuları konu alan bu kara komediden büyük keyif alacaklar. Dünya prömiyerini Venedik Film Festivali’nin Ufuklar bölümünde yapan filmin merkezinde bir ağaç var: Inga ile Baldvin’in bahçesindeki bu ağaç, Konrad ile Eybjorg’un bahçesine gölgesini düşürüyor ve bu basit anlaşmazlık önce saçmalığa, oradan da trajediye evriliyor. İzlanda’da kendini fazla göstermeyen güneş ve fazla bulunmayan ağaçlar yüzünden birçok kavga çıkmasından esinlenen yönetmen Sigurdsson, cephesi ev olan bir savaş filmi çekme niyetiyle yola çıkıyor.

Sevme Beni (Love Me Not)

Festival seyircilerinin Şiddet Güzeli’nden tanıdığı Alexandros Avranas bir kez daha maddi ve manevi çöküntü içindeki Yunan toplumuna odaklanıyor. Çocuk sahibi olmak isteyen bir çift, taşıyıcı anne olması için genç bir göçmen kızla anlaşır. Çiftin villasına taşınıp onlarla yaşamaya başlayan kız bir yandan bu yeni hayata alışmaya bir yandan da çifti yakından tanımaya çalışır. İşler yolunda giderken bir kaza her şeyi altüst eder. Toplumsal dramdan gerilime oradan da korku filmine evrilerek türler arası bir gezinti yapan Sevme Beni gerçek olaylardan esinlenen rahatsız edici senaryosu ve acımasız toplumsal eleştirisiyle seyircileri ahlaki sınırlarını sorgulamaya zorluyor.

My Generation

Efsane İngiliz oyuncu Michael Caine’in anlatıcılığı ve rehberliğinde 1960’lar İngiltere’sindeyiz... İşçi sınıfı, popüler kültürü şekillendiriyor. Arşiv görüntülerinin yanı sıra aralarında Paul McCartney, Marianne Faithfull, Twiggy ve Mary Quant’ın da olduğu simge kişilikler tanıklıklarıyla, İngiltere sınıf sistemini alt üst eden değişimi anlatıyor. Belgeselin müziklerinde ise hâlâ değerini koruyan The Kinks, The Beatles ve The Rolling Stones’un parçaları dönemin ruhunu yakalıyor. Dünya prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yapan bu enerjik belgesel, modadan sinemaya oradan da müziğe uzanırken siyasetin de dışında kalmıyor ve 1960’lara dair değerli ve eğlenceli bir portre sunuyor.

Ev (The Home)

Yaşlı bir adamın ölümünden geriye bir vasiyet kalır: Bedeninin tıbbi araştırmalar için bir üniversiteye bağışlanması. Ancak, yıllar sonra evine geri dönen kızı Sayeh, babasının bu son dileğini rahatsızlıkla karşılar ve yerine getirmek istemez. Bunun üzerine yakınları devreye girerek kararında direten Sayeh’i ikna etmeye çabalarlar. Asghar Yousefinejad, tek mekânda geçen ve olağanüstü bir yönetmenlikle kotardığı ilk uzun metrajlı filminde, bir vasiyetin hikâyesini anlatırken hem mizaha hem de gerilime alan açıyor. Neredeyse tek bir mekânda geçen ve sürükleyici psikolojik gerilimini hiç kaybetmeyen Ev, Sayeh’i canlandıran Mohadeseh Heyrat başta olmak üzere bütün oyuncularının harika performansıyla da dikkat çekiyor.

Film özetleri 37. İstanbul Film Festivali sayfasından alınmıştır.

Sitemiz uygulama işlevleri için cookie (çerez) kullanıyor. Detaylı bilgi için tıklayınız.